30 March 2012

"Fedakar bayan arkadas" neden sakincali?

Gectigimiz hafta, uyesi oldugum bir e-mail grubundan, okulda yapilacak uluslararasi bir etkinlik ile ilgili bir e-mail aldim. Bu etkinlikte gorev alacak ogrencilerden biri, diger grup uyelerinden yardim istemekteydi. E-mail de etkinlikte dagitilmak uzere baklava yapilacagi ve bu konuda yardima ihtiyac oldugu belirtilmisti. E-mail soyle devam ediyordu: “Baklava yapma konusunda bize yardimci olacak, yani baklava yapacak, fedakar Bayan Arkadaslar araniyor.” 

Fedakar bayan arkadaslar…fedakar, bayan, arkadas
Kim bu fedakar bayan arkadaslar? Ve daha da onenmlisi neden bayan arkadaslar?

Gruba su e-maili yolladim: “Oncelikle bu Cumartesi gunu yapilacak etkinlikte calisacak tum ….. uyelerine simdiden kolay gelsin. Yalniz bu e-maili yazmamin asil nedeni, sizlerle kucuk bir sikintimi paylasmak. ….’in e-mailindeki “fedakar Bayan Arkadaslar” tanimlamasi biraz canimi sikti. Bu tanimlamayi, hem baklava yapabilen erkek arkadaslari dislamasi, hem de cinsiyet ayrimciligini cagristirmasi acisindan biraz tehlikeli buldum. 8 Mart’in hemen arkadasinda, kucuk bir hatirlatma yapmak istedim. Bu e-mail grubunda, sadece “fedakar”, “cefakar”, “iffetli”, “namuslu” ve benzeri sifatlarla anilmak istemeyen kadinlarin da olabilecegini unutmamak gerekli diye dusunuyorum.”

“fedakar bayan arkadaslar” demek sakincalidir. Cinsiyetci bir dil kullanmak, insanlara cinsiyetlerine gore muamele etmek sakincalidir. Min Lu (2009), cinsiyetci dili soyle tanimlamis: “words, phrases, and expressions that unnecessarily differentiate between women and men or exclude, trivialize, or diminish either gender” (p. 28).
Kadini evle ozdeslestiren, rollerini belirleyen ve toplumsal sorumluklarinin cervesini cizen cinsiyetci dil, kadina KADIN bile diyemez . Herkesin dilinde bir “BAYAN”. Ne ola ki bu “BAYAN”. Benim bildigim bir sifattir bayan. Ismin yerine, kadinin yerine gecer mi hic. 

----Min Lu. (2009). Sexist language in Chinese and English. US-China Foreign Language 7, 26-50----

20 October 2010

'Ethos of Independence' ve Amerika

Amerikanin, bati Avrupaya gore daha fazla disa bagimsiz olusunun nedenleri uzerine okudugum bir makale uzerinde duracagim...

devami yakinda...

22 November 2009

Neyse ki duydum

Bugun dogaya kactim. Hasmetli efendimizin kucaginda oturup soyleyeeklerini yazacaktim. Uzun zamandir gorusmemistik. Soyleyecegi ne cok sey vardir demistim. Lakin, dili acilmadi, sozu duyulmadi. Uzun sure bekledim. Nasihatlarini dinlemek istedigimi soyledim. Yanit alamadim.

Ustelik zamaninin kisitli olmadigini, gunduzlerinin yeterince uzun oldugunu da biliyordum.

Sessizliginin nedenini sonradan anladim.

Hani biri, yapilmasini istediginiz birseyi siz soylemeden gorup, dusunup, yapmissa ne kadar cok mutlu olursunuz. Aksine, eger siz o seyin yapilmasinini istediginizi soylemek durumunda kaldiysaniz, ayni sey ayni sekilde yapilmis olsa da, alinan haz ayni degildir. Birseylerin eksik kaldigini hissedersiniz. Kucucuk bir ayrinti herseyi degistirir.

Nasil dusunemedim bunu. Benim bakmami, gormemi istemisti. Beklemisti.

gozunun gordugudur dilimin soylemedigi
soylersem kalmaz degeri
sen gor, sen soyle
en iyisi boyle


Bir kus gecti. "yeri geldiginde sert bir sekilde cakilmali" dedi. Arkasini donup giderken "son anda donusler yapmaktan korkma. Kendine kizma" diye ekledi. Ardindan digeri "aldirma, zamani gelince kalk git" dedi. Yalpalaya yalpalaya gitti. Diger biri, basini cevirmeden, gozlerini isinden ayirmadan "dikkatli ve cesurca ara" dedi.

Bugunluk herhalde bu kadar deyip gitmek uzereydim ki, uzaklardan tok sesiyle "gonullerini bilip, aydnliklarini aldiklarinin yuzunu guldur" dedigini isttim. Kendime geldim.

18 November 2009

Icten Iliskiler Kurabilmek


Insan butun iliskilerinde icten olabilmeyi basarabilir mi?
Bugun, bitirmem gereken odevleri bir kenara koyup bu soruya biraz kafa yordum.

Yasantilarimiz, cevresel kosullarimiz ve yasadigimiz zaman dilimiyle tam anlamiyla cevrilmis durumda. Dogup buyumedigim, kulturunu ve iletisim yollarini cok iyi bilmedigim bir cevrenin icerisindeyim. Bu cevrede, saglikli bir iliski ortami yaratabilmenin pek kolay olmadiginin da farkindayim. Kolay degil biliyorum. Ama imkansiz mi?

Bu sorunun cevabini ariyorum. Neden mi? Cunku ben, hem kendimle hem de cevremle baris icinde olmak istiyorum. Hem bagimsiz olup, hem de uyum gucum yuksek olsun istiyorum. Dusuncelerim ile davranislarim arasinda bir bagdasim olsun, yaptiklarim soylediklerime aykiri olmasin istiyorum. Fakat, icten ilisikler kurup ic dunyamla baris icerisinde yasamakta epeyce zorlaniyorum.

Yasadigim zaman diliminini ben secmedim ve degistiremem. Bu bir anlamda modern cagin insani olmaktan vazgecemem anlamina da geliyor. Eger cagin insaninin icten ilisikiler kurabilmesi gercekten imkansizsa, o zaman anlamsiz bir beklenti icerisindeyim demektir.

Bir arkadasim, “insanin ‘ben’ olusu trajedinin de baslangidir” demis bir denemesinde. Bildigin ben’i ne pahasina olursa olsun korumaya calismak, ne buyuk bir caba gercekten. Koruyup durdugumuz bu varliktan usanirmisiz. Ve korumayi birakmayisimiz arsiz kilarmis bizi.

Butunlugumu korumak arsizligindan vazgecip, cagimin insani olma gudusune yenilip parcalarima mi ayrilsam? Ise yarar mi dersiniz?

24 October 2009

Pandora'nın Kutusu... İki Kacağin Buluşmasi


Pandora'nin Kutusu, yonetmeni
Yesim Ustaoglu'nun deyimiyle tam anlamiyla insanlik halleri uzerine bir film. Kendimize itiraf edemedigimiz acmazlari, sıkışmışlıkları ve aidiyet duygusunu sorguluyor.

Dun gece aglayarak izledigim film, kacak bir gencin, kacak bir anneanne ile olan bulusmasini, olabildigince insani ve etkileyici bir sekilde aktariyor.

Filmin konusu kisaca soyle: Bati Karadeniz'in bir koyunde yalniz yasayan annelerinin kayboldugu ogrenen uc orta yasli kardes, annelerini bulmak uzere yola duserler. Kardeslerin hayatlari birbirlerinden tamamen farklidir. Yani en azindan, onlar oyle dusunmektedirler. Herkes kendi tercihleriyle yasayip, mutluluklarini kendilerince aradiklarina inanmaktadir. Ne varki; ne nihilist bir yasam suren kucuk kardes Mehmet, ne ask sarmalindaki gazeteci ortanca kardes Guzin, ne de esi ve ogluyla duzgun bir hayat surmeye calisan buyuk kardes Nesrin, hayattaki rollerinin saglamligindan emindir. Alzheimer hastasi olan annelerini Istanbul'a getirmeleriyle, yasamlarini yeniden kurmak zorunda kalmislardir.

Kendisine sunulmus hayati yasamak istemeyen torun (Murat), anneannesi ile iliski kurabilen belki de tek kisi oluyor. Yasamin ustune ustune giden Murat, anneanesinin istegini gerceklestiriyor ve onu koyune, yollarini ezbere bildigi ormanina geri kaciriyor.

Kendilerine itiraf edemediklerini unutmaya calisan uc kardesin mi, yoksa Alzheimer yuzunden gundelik yasami surdurebilme becerilerini bile unutan anneannenin mi hasta veya sorunlu oldugu sorulacak en buyuk soru kanimca. Celiskilerle dolu orta sinif ahlakina sirtimizi ne kadar dayamaliyiz? Ya da bizi bir saga bir de sola donduren bu ahlaktan ne kadar kacabiliriz? Korkusuz ve kaygisiz yasayarak, olup bitene boyun egerek erisilen, insani olmayan temeller uzerine kurulan rahat bir yasamin her zaman pamuk ipligine bagli oldugunu bilmek en iyisi herhalde dostlar. Ne dersiniz?

13 October 2009

limon agaclari ve orta dogu kadinlari

Dun aksam, Limon Agaci'ni gordum.

Okulun, Orta Dogu Film Festival'i kapsaminda getirdigi Israil yapimi bir film Limon Agaci. Belli bir politik kaygisi olmayan, Israil-Filistin sorununu, iki kadinin hayati ve temel ihtiyaclari uzerinden anlatan bir film.

Selma, buyuk ve guzel bir limon bahcesine sahip Filistin'li yalniz bir kadindir. Yalnizliginin nedeni artik cocuklarinin yaninda olmayisi veya kocasinin erken olumu gibi gorunse de, gozlerine coreklenmis huzunden derinlerde bir yerlerde baska seylerin oldugunu da hissedebiliyoruz.

Mira, Israil'in savunma bakani olan esiyle, Selma'ya komsu geldigi yeni evinde modern ve mutlu bir hayat suruyormus gibidir. Savunma bakanin, guvenlik sebebiyle limon agaclarini kestirmeyi istemesi uzerine iki kadinin da hayati alt ust olur. Limon agaclari Selma'nin hayatinin cok buyuk bir parcasidir. Tum gecmisi, babasinin hatiralari ve yasam boyu emek verdigi hersey o bahcede gizlidir. Yani, onerilen tazminatin cok otesindedir Selma icin limon agaclarinin yeri. Ama, maalesef limon agaclarini kaybetmemek icin verdigi hukuk mucadelesinde basarili olamaz ve gider elinden o guzelim bahce. Kalir onunde kupkuru bir toprak ve kocaman bir duvar. Bu sonuc sadece Selma'nin yuregini yakmaz. Mira'da aci ceker kocasinin limon agaclarina olan duyarsizligini gorunce.

Bazen kendimiz icin onemli olmayan, kucuk bir ayrintinin, baskasi icin ne kadar buyuk bir oneme sahip oldugunu gozumuzden kaciririz. Ama bu kacirdiklarimizin ucunu da kacirmak, huzurumuzu da kaciracagimizin en buyuk habercisi aslinda. Benim bu filmden kendime cikardigim; baskalarinin hayatini degerlendirirken, onlarin gozlerinden nasil bakacagini ve onlarin yuregiyle nasil hissedecegini unutma oldu. Eger unutursan, sen de mutsuz olursun, aci cekersin.

Filmi izlerken ilginc bir gelisme de oldu. Selma ile avukati Ziad arasinda duygusal yakinlasmalarin oldugu sahnelerde, seyircilerin bir bolumunden hatiri sayilir duzeyde homurtular yukseldi. Bu homurtulari, hemen yanimdaki koltuklarda oturan, cogunlugu 'orta dogulu' kadinlarin cikarttiklarini farkettim. Tasvip etmeyisten cok, yakistiramayi belirten tepkiler gibi geldi bu homurtular bana. Ve uzuldum. Edepli kadin olmanin gerekliliklerini gayet iyi bilir orta dogu kadinlari. Kocasinin yasini tutmasi gereken bir kadinin, avukati ile opusmesi tasvip edilmez, hos gorulmez. Fakat bu toplumsal baskilari az cok bilen kadinlarin, sevilmeye ve sevmeye derinden ihtiyaci olan, olmus kocasini sevip sevmedigini bile sorgulamamis ve buyuk olasilikla duygu dolu bir cinsellige ozlem duyan bir kadinin ruh halini gayet iyi anlayacaklarini saniyordum. O kadinin bir kereligine de olsa, futursuzca bir erkege yaklasabilme gucune hayran kalacaklarini dusunuyordum. Ama oyle degilmis meger. Nefesleri tutarak izlenilecek sahneler, homurtulara, yakistiramamaklara kurban gitti.

Hem de o topraklarin kadinlari yuzunden. Bizim yuzumuzden.

23 September 2009

Gecıtağzı, Kudreşen veya Gudereşen


Annemin dogdugu, cocuklugunu gecirdigi koye, ne Gecıtağzı ne de Kudreşen (ermenice) diyesim var. Cocuklugumdan beri kulagima takilan ismini, Gudereşen'i daha cok seviyorum. Aslinda kimin soyledigine bagli olarak Gudreşen veya Gudureşen de olabiliyor. Tam emin olmamakla birlikte, ailemin genellikle Gudereşen ismini kullandigini dusunuyorum.

Kackarlarin zirvesini karsina almis, Çoruh'a tepeden bakan, yesiller icerisinde, gozden irak bir koy Gudureşen. Yalnizligini, Garmirik (Yavuzlar) mahallesi ile paylasan bir koy.

Yaklasik 1600 metre yukseklikte, bulutlarin arasindaki bu koy icin Vikipedia soyle diyor: "Koyde ilkogretim okulu yoktur. Koyun icme suyu sebekesi ve kanalizasyon sebekesi yoktur. Ptt subesi ve ptt acentesi yoktur. Saglik ocagi ve saglik evi yoktur. Koye ayrica ulasimi saglayan yol stabilize olup koyde elektrik ve sabit telefon vardir".

Vikipedia'nin "yokluk" ile anlattigi bu koy, bende bir yokluk halinden tamamiyle farkli seyler cagristiryor. Sahip olunmayan o kadar cok sey olmasina ragmen, orda bir yokluk hic olmamis gibi. Var olanlar belli. Ama yoklugun adi yok sanki.

Ilk kez alti, ikinci kez yirmibesimde gittigim Gudureşen'in yukaridaki fotografini, gectigimiz haftasonu Ramazan Bayrami tatilini orda, annem, anneannem, ve buyukbabamla geciren, kardesim Gulden cekmis. Anladigim kadariyla uzun zamandir modern hayatin gobeginde yasayan kardesim, bu guzellikten son derece etkilenmis. Telefonda konustugumda "sanki bir filmmis gibi" demisti.

Cevizi, visnesi, yaban armudu, sobada cayi, cayin yaninda kitlama sekeri olan bir film. Kiymet ninenin ve babaannemin hikayelerinden alinmis bir film. Yani, bildik bir film.