26 March 2007

Rüya - düş meselesi


"Fi tarihinde çok uzak bir ülkenin padişahına gelen kahinler ona ülkesinin büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu söylemişlerdi. Sözkonusu tehlike ise, bir yıl sonra doğacak olan ve kurduğu düşlerin hepsi bir anda gerçeğe dönüşüverecek bir çocuktan ibaretti. Öyle ki, çocuk eğer başkentteki bütün evlerin altın olduğunu düşünürse, evler gerçekten o anda altın oluverecekti. Bununla birlikte eğer padişahın fakir olduğunu düşünecek olursa, sarayları, köşkleri, atlasları ve altınları o anda hiçliğe karışacak olan padişah parasız, pulsuz biri olacaktı. Çocuğu doğar doğmaz öldürmek de olmazdı, çünkü keder artık bir kez bağlanmıştı. O hiçbirşey düşünmeyecek olursa, düşünülmedikleri için artık ne dünya ne de kendileri varolabilirdi. Bunları işitir işitmez dehşet içinde kalan padişahın emriyle sözkonusu çocuk aranıp bulunmuş ve kırkbir ilmin üstadı olan doksan dokuz alim, gerçek olan ne varsa ona öğretmeye başlamıştı, öyle ki, çocuk bu sayede sadece gerçek olanları düşünecek ve böylece alemin nizamı aksamayacaktı. Fakat düş kurması yasaklandığı için sonunda bu çocuk mutsuz olmuştu. Onunla birlikte ülkenin de mutsuz olduğunu gören en yaşlı bilgin, günlerce düşündükten sonra nihayet bir çözüme ulaşmış ve çocuğa, düş kurmasının yasak olduğunu, ama insanların düş kurduğunu düşlemesinde herhangi bir sakınca olmadığını söylemiş. Ademoğlu’nun gördüğü her rüyanın, kurduğu her düşün işte bu Mutsuz Çocuğun bir eseridir"

Rüyalar kimin eseridir, kim var etmiştir diye sorup sorusturalanlara, İhsan Oktay Anar kucuk bir öykü ile cevap vermis 'Puslu Kıtalar Atlası'nda'.